Niyazi Erhan Patır ( Emekli Jandarma Tuğgeneral)

Niyazi Erhan Patır ( Emekli Jandarma Tuğgeneral)

Mavi Berem
[email protected]

'İSLAM'IN KILICI'' VE TÜRKİSTAN'DAN GELEN ÜÇ KILIÇ

17 Kasım 2021 - 09:30

'‘İSLAM’IN KILICI’' VE TÜRKİSTAN'DAN GELEN ÜÇ KILIÇ
            ”İslam’ın Kılıcı” ifadesi, 1922’de sadece İngiliz basınında değil, Amerika ve Avustralya basınında da sıkça yer alıyordu. İngiliz basınında biraz dikkatli kullanılmış olsa da Amerika basınında genel olarak, sadece Yunan ve Ermenileri değil;  ”Avrupa’yı tehdit eden bir İslam gücü” olarak ifade ediliyordu. Elbette bu tehdit; Türk Ordusu'nun aldığı son zafer olan Başkomutanlık Meydan Muharebesi sonrası gözle görülür hale gelmişti. Ordu kısa zamanda İzmir'e girmiş  ve sonra yönünü İstanbul’u, Boğazları ve Trakya'yı geri almak için  İzmit’e, Çanakkale'ye çevirmişti. Oralarda kuvvet  yığılmasıyla ve harekatın  yavaş yavaş ilerlemeye başlamasıyla etekler tutuşmaya başlamıştı.

            Avustralya basınına bakıldığında ise bu ifadenin, ”Avrupa’yı tehdit eden güç” olarak kullanılmasından çok Mezapotamya’ya yani bugünkü Irak topraklarına yönelen bir tehdit anlamıyla kullanıldığı görülüyordu.
            Türk Ordusu'nun İzmir’e girmesi, Irak’ta bir ”Kemalist Zafer” olarak görülüp Türk milletine gönül bağı olanlarca kutlanırken; ”İslam’ın Kılıcı”nın Irak’a yöneldiği, İzmir zaferi sonrası Irak’ın kuzeyinde yani Musul tarafından bir  ”Türk istila hareketi”  başladığı ve bu harekete İngiliz ve Hint birliklerce karşılık verildiği, çok ciddi oranda İngiliz kayıplarının olduğu aktarılıyordu. Bunları aktaran, Irak’taki The Times gazetesi muhabiriydi ve özellikle İngiltere Başbakanı yerden yere vuruluyordu.
            1922’de Türk Ordusu, sadece Avrupa’ya değil, Irak’taki İngiliz varlığına da korku salmaktaydı. Bu noktada  İngilizlerin satın aldığı içimizdeki hainlerin tekrar harekete geçme zamanı gelmişti. Mustafa Kemal Paşa^ya suikast girişimleri yapıldı. Yetmedi, Şeyh Sait gibi dini duyguları istismar ederek halkı isyana teşvik edenler desteklendi ve iç kargaşa ile uğraşmamız sağlandı. ''İslam'ın Kılıcı'' hareket edemesin diye kullanılabilecek ne tür şeytanlıklar, entrikalar varsa hepsi gündeme getirilecekti.
1922 yılı Ocak ayında  Türkistan - Buhara’dan da Ankara’ya bir heyet geldi. Türkistanlı kardeşlerimiz Sakarya Zaferi'nin coşkusunu paylaşıyorlar, bizi yeni zaferlere taşıyacak taarruz için moral ve destek veriyorlardı. Heyet, Buhara Cumhurbaşkanı Osman Kocaoğlu’nun yolladığı fevkalade ince bir suretle tezhip(bezeme) edilmiş  Timur Han’a ait el yazması bir Kur’an-ı Kerimi ve üç adet altın işlemeli kılıcı da  takdim ediyordu.
 Kuran’ı Kerim önce Hacı Bayram Camiine konuldu, daha sonra ise  Meclis Kütüphanesi'nde muhafaza altına alındı. Kılıçlardan biri Başkomutan Mustafa Kemal’e, ikincisi batı cephesi komutanı İsmet Paşa’ya takdim edildi. Buhara Heyeti’nin temsilcisi Mustafa Kemal Paşa’dan üçüncü kılıcı İzmir’e ilk girecek komutana vermesini rica etmişti. Yani İzmir’in kurtarılması yalnız bizim için değil, tüm Türk dünyası için bir “Kızıl Elma” idi. Bu manalı hediyelerden çok müteessir olan Mustafa Kemal Paşa duygu dolu bir konuşma yaptı. Konuşmasında “Bu emanetleri elinizden alırken, kalbim heyecan ile dolu. Halkımız ve ordumuz, uzaklardaki kardeşlerimizden gelen teşciat (cesaretlendirme) ve tebrigat (kutlama) nişanelerinden şüphesiz çok mütehassis ve mesrur (sevinçli) olacaklardır. Dindaş ve karındaş Buhara halkının arzusunu yerine getirerek, bu kitab-ı mükaddesi millete, seyf-i muazzezi (değerli kılıcı) de İzmir fatihine teslim edeceğim. Allahın inayeti ile İnönü ve Sakarya muzafferiyetlerini kazanan milli ordumuz, inşallah pek yakında bu kılıcı da kazanmış olacaktır.” der.

            26 Ağustos sabahı Kocatepe’den başlayıp Afyon’a, oradan Dumlupınar’a, Uşak’a ve nihayetinde İzmir’e ulaşan Büyük Taarruz sonucu, 09 Eylül 1922’de, Türk Süvarileri İzmir’e girmeye başlarlar. İzmir'e ilk giren süvari birliklerimizin başında  da Fahrettin Altay Paşa’nın gözbebeği, akıncı Yüzbaşı Şerafettin Bey vardır. 09 Eylül sabahı saat 09.00'da Bornova'ya giren genç yüzbaşı, Halkapınar'a doğru ilerler. Bir Rum'a ait  Un Fabrikası önünde pusuya düşerler ve burada 4 eri şehit olur. Düşmanı temizledikten sonra yürüyüşüne devam eden müfreze, yönünü Alsancak'a çevirir, dolu dizgin, yalın kılıç kuvvetle şehre akmaya başlar. Müfrezesinin başındaki Yüzbaşı Şerafettin, saat 10.00'da, Kordon'a kurşun ve şarapnel yağmuru altında ulaşır. Pasaport İskelesi'ne geldiklerinde, bir Rum'un attığı bomba, Yüzbaşı Şerafettin'in atının önünde patlar. Omzuna ve koluna şarapnel parçaları isabet eden yüzbaşı, parçalanan atını bırakarak yoluna devam eder.
            Hükümet Konağı'nın önünde makineli tüfek ateşiyle karşılaşan Yüzbaşı Şerafettin'i,  bu ateş de durduramaz. Atından inen Şerafettin Bey, Mehmetçiğin uzattığı Türk Bayrağı'nı alıp, göğsüne sokar ve sendeleyerek Hükümet Konağı'na yönelir. Ama burada bir sürprizle karşılaşan yüzbaşı, kapının kilitli olduğunu görür. Süvari Teğmeni Ali Rıza Bey, yan kapının zincirini kırarak yolu açar. Saat 10.30 sularında, İkinci Süvari Tümeni, 4. Alayda Bölük Komutanı olan Yüzbaşı  Şerafettin, yaralarından kanlar sıza sıza Hükümet Konağı’ndaki Yunan bayrağını indirir ve göndere koynundan çıkardığı Türk bayrağını çeker. Böylece üçüncü kılıcın sahibi olmaya da hak kazanır.

            Balkona çıktığında göğsündeki kanın bulaştığı bayrağı gözyaşları içinde göndere çeken Yüzbaşı Şerafettin, o dakikaları, "Yaraları kim düşünür, ölsem ne gam. İzmir'i kurtarmıştık ya! Bu şerefin öncüleri biz olmuştuk ya!" diye anlatır. Savaşan Anadolu Türkleriyle birlikte kalbi ''İzmir, İzmir'' diye çarpan Buhara Türkleri yanımızdadır. İzmir'de bayrağı göndere çeken Yüzbaşı Şerafettin Bey'de Kırım Türklerindendir.  Yani Türk dünyası bir bütün halinde oradadır.
            Başkomutan Mustafa Kemal Paşa üçüncü kılıcı 15 Eylül günü düzenlenen törenle Yüzbaşı Şerafettin'e verir.

            Şerafettin Bey, ömür boyu bu kutlu armağanı bir şeref göstergesi olarak yanından ayırmayacak ve son nefesini verene kadar ona sahip çıkacaktır. Yüzbaşı Şerafettin Bey'e soyadı yasası çıkınca da Atatürk tarafından İzmir soyadı verilecektir. İzmir milletimizin gözbebeğidir ve istiklalimizin simgesidir. Selam olsun vatan ve bayrak sevdalısı İzmirlilere!...
            1909’da Harbiye’den mezun olan, 1922’ye dek aralıksız bütün cephelerde savaşan, 1944 yılında albay rütbesiyle emekli olan Şerafettin İzmir, 1951 yılında Beşiktaş’taki evinde ölmüştür. ''İslam'ın Kılıcı'' Türk Ordusu'nun bu kahraman subayının mezarı, Beşiktaş’taki Yahya Efendi Mezarlığı’ndadır. Mekanı cennet olsun.
 

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum